Ekrem İmamoğlu da herhalde bu inançla sakladığı her şeyi jammer'ların arkasına gizlemeye çalışıyor.



Öyle bir sahip çıkıyor ki, sanki jammer'la değil de kahramanlık madalyasıyla dolaşıyor: "Tayyip Bey'in peşinde de jammer vardı, Ekrem Bey'in peşinde de var!"

İmamoğlu'nun Başkan Erdoğan'la kıyaslanmadığı tek konu kaldı: Devlet ciddiyeti!
Belli ki kompleks o kadar ileri taşınmış ki, "O İstanbul'u kazandıysa ben de kazandım, o şiir okudu hapis yattıysa ben de hırsızlık iddiasıyla anılsam da olur" kafası devreye girmiş.

Peki kameraları kapatmayı hangi "demokratik hak" şemsiyesi altına sokacağız?

İstanbul'dan cumhurbaşkanlığına yürüme hayali kurarken, anlaşılan otelden çıkaramadığı şeyler var!
Peki neden bu kadar korkuyorsun?
Kimi, kimden saklıyorsun?
Çünkü bu iş artık "Çamur at izi kalsın" taktiğinin ötesinde, "Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş" evresine geçmiş durumda.
Belli ki o otelde, milletin görmesini istemediği şeyler dönüyor.

Fatih Keleş'ten Ertan Yıldız'a, Adem Soytekin'den Hüseyin Köksal'a kadar uzanan bir isim listesi...
Kiminin kafasında iş var, kiminin gözü parada, kiminin çantasında skandal var!

Sonra da kalkıp diyorlar ki: "Efendim, bunlar normal işler!"
Hadi jammer'ı normalleştirdin, hadi kamerayı da görmezden geldin...

Ve daha da vahimi: Bu jammer'lı kahramanlar, teknik takibe alındıklarını nereden biliyor?
Sadece jammer'la yetinmiyorlar, kameraları da devre dışı bırakıyorlar. Çünkü orada ileride başlarına bela olacak bir şeylerin yaşandığını kendileri de biliyor.

Devlet içinden biri, özellikle İstanbul Emniyeti'nden biri, İmamoğlu'na "haber mi uçuruyor?"
Bir "köstebek" mi işbaşında?

"Kim devletin içinden dışarı bilgi taşıdıysa, hesabını mutlaka verecek!"
Varsa bir köstebek, umarım jammer bile onu kurtaramaz.

İmamoğlu ve destekçilerinin o hakikat karışısında nasıl renk değiştireceğini yakında hep beraber göreceğiz.